EDEBİYAT DEFTERİ ve Oyhan Hasan Bıldırki'den Sevgilerle
 
Edebiyat Defteri
Dolaştıkça Dolaş Haydi  
  Ana Sayfa
  Şiir Yağmuru
  Gökten Üç Elma Düştü
  Sopa Gülü
  => Yontulmadık
  => Kaçak
  => Tuzak
  Gülebilmenin Bedeli
  Eserlerimden Biri
  Hayat Hikayem
  Oyhan ve Anketleri
  Edebiyat Siteleri
  Ziyaretçi Defteri
  Haberler
  Foto Galeri
  Edebiyat Postası
  Nerden Nereye
  İletişim
  Edebiyat Defteri Abone Ol
  Ara Bul Bak
  Vidyo Resimler
  Sunular
  Müzik Dinle
  Doğum Gününüz
  Bize Gelenler
  Kendi Siteni Ekle
  Son Şiirlerim
  Kitaplar
  Kırk Küçük İnci
  Atatürk Köşesi
"Bu sitede yer alan tüm yazıların her türlü telif ve tasarruf hakkı Oyhan Hasan Bıldırki yahut yasal temsilcilerine aittir."
Tuzak




     Hava kapalı. Arada bir gidip gelen yağmur yeniden başlayacak. İşte başladı bile. Saçaklar çeşme oldu, ip gibi sular yere iniyor. Bahçede horozlarla tavuklar panikte. Hepsi sanki ağız birliği etmişler, kapısı açık kümese doğru koşuyorlar.
     - Coşkun kalk, kıpırda biraz! Avluda semer ıslanıyor.
     - İzzet, sen de fırla! Danaları dama koy.
     Emredici olan sesler, yeniden bastıran yağmurun sesiyle ezildi, tavsadı. Yağmur, karşı yamaçtaki ağaç dallarında sanki mıhlanmış gibi duran yapraklarla oynaşıyor. Yapraklar yıkandıkça, yeşilin en güzel tonları ortaya çıkıyor. Yamacınucunu yalayan bulutlar, ardı sıra akıyor, besbelli birbirleriyle yarışıyorlar. Havada gök gürlemesi yok. Bu müthiş yağmur, az sonra duracak, dinecek.
     Danaları dama yerleştirdikten sonra dönen İzzet'in üstü başı tenine yapışmış. Sahanlıktan içeri gireceği sırada durdu, dönüp avluya baktı. Islanan semere koştu. Yüklendi, zar zor semeri kaldırdı. Aldı, merdiven altına koydu. Yukarı çıktı.
     Anası seslendi:
     - Üstün başın yapış yapış olmuş. Çabuk elbiselerini değiştir!
     Yağmur, bıçak gibi kesildi. Rüzgâr, ıslak dallarla oynaşmaya başladı. İlkin horozlar kümesten dışarı fırladı. Peşi sıra tavuklarla piliçler ortaya çıktı. Bahçe kapısında bir taksi belirdi. Herkes pencereye koşuştu. Merak içinde taksiden inecek olana baktılar. Arabanın iki kapısı açıldı. Askerliğini bitiren Fatih, evine döndü.
     Endişeler bitti. Bütün yüreklerde sevinçlerin harmanı başladı. Bahçede yakalanan horozlardan biri kesildi. Bir parmak sıcak kanı, Fatih'in alnına sürüldü.
     İleride bulutlar, birbirleriyle yarışıyor. Dağların zirveleri bulutlara karışmış. Merdmenbaşı Tepesi, bulutların ocağı. Tepenin en uç noktası baca kesilmiş, bütün bulutlar oradan yükseliyor, gökyüzünde bilinen yerlerini alıyorlar. Bahçeye sınır olan derenin öbür kıyısına kadar inen orman, bıraksalar o dakikada bu tarafa atlayacak. Birbirine salkım saçak giren ağaçların üstünde bir şahin kanada kalkmış, belki de avına doğru uçuyor. Gökyüzünde hiçbir mavi nokta yok. Bacadan göğe yükselen bulutlar, grileşip kurşun gibi ağırlaşıyorlar. Aşağılarda dal uçlarında, sayısız yapraklarda yer yer güneş lekecikleri görülüyor. Kanada kalkan şahin, aradığını bulmuş olmalı. Kanat çırpmayı bırakmış, ayaklarını salmış, ok gibi avını izliyor. Nefes nefese bir serçe, kurtulmanın umuduyla sağa sola kanat çırpıyor.
     Çerçevesine güneş ışığı düşen pencereden seslenip, şahini ürküttüler. Avını kovalamayı bırakan şahin, kanat çırptı, başka bir yöne doğru havalandı. Yorgun serçe su birikintisine indi. Ürkek, şaşkın ama biraz da yüreği tarifsiz sevinçle dolu olduğu halde suya yöneldi. Kızılcık doruğunda beyazlı sarılı iki kelebek uçuştu. Bu defa sahilde bereket yüklü bulutlar harekete geçtiler.
     O gece sofralar kuruldu. Allah ne verdiyse yenildi, içildi. Fatih'in askerlik fotoğraflarına tek tek baktılar. Besbelli Fatih, bazı resimlerle ilgili bilgiler verirken kışlada geçirdiği günlerini yeniden yaşadı. Arkadaşlarını, komutanlarını düşündü. Zaman oldu gülümsedi, zaman geldi gözleri buğulandı. Evde ise şenlik vardı. Konuştukça hatıralar canlandı. Evin bütün duvarları birlikte yaşanılan günlerin heyecanıyla ışıklandı.
     İlk horoz ötüşüyle birlikte bütün ışıklar söndü. Herkes odasına çekildi.
     Dışarıda köpek ulumaları. Köpekler bütün gece sağa sola seğirttiler, olanca güçleriyle de belirli bir hedefe doğru havladılar, havladılar.
     Gökyüzünde sayısız yıldızlar... Sanki yere ağmışlar, kimisi dağların zirvesine değecek gibi, kimisi de dal uçlarına gelip tahtlarını kurmuşlar. Onlar zifiri karanlığı yıldız yıldız deliyorlar.
     Fındıklıkta gençten bir adam, sayvana çıkmış, domuz bekliyor. Geç adamın köpekleri de rahatsız. Onlar da zıpkın gibi sağa sola koşuşturdular, bütün gece boyu havladılar. Genç adam; "Hoşt!" dedi, "höst!" dediyse de olmadı. Köpekleri sayvan altında tutmak mümkün değil.
     Yıldızlar birer birer söndükçe, sabah alacası başladı. Gittikçe saydamlaşan bir aydınlık, fındık dallarını yaladı. Çaldibi yolu seçilir oldu. Bütün gece uluyan, sağa sola koşuşturan köpekler geri döndü. Sanki bir düşmanla, bir kurt veya bir azılı domuzla boğuşmuş gibiydiler.
     Sabahla birlikte ortalığa iri sesler düştü. Evlerinin sergilerine çıkanlar, birbirlerine seslendiler:
     - Hu komşu! Olanı duydun mu? Kel Ağa'nın eşeğini ayı yemiş.
     - Essah mı?
     - Essah ya!
     - Geçen akşam da Çamur'un ineğini parçalamış diyorlar.
     - Komşu, bu ayı da nereden çıktı?
     - Bilmem! Yalnız geçende konuşuyorlardı, duydum. Av yasağı mı koymuşlar, ne? Yazıda yabanda ayı vuran, şu kadar liralık bedeli hükümete ödeyecekmiş.
     - İyi de, çoğalan ayılar bize zarar verirse ne olacak? Hükümet buna ne diyecek?
     - Orasını düşünen mi var? İşte ayılar da köylüye zarar vermeye başladılar. Eşektir, inektir derken, bize de zararları dokunacak.
     Derenin öte yanında bir feryat:
     - Yetişin komşular, harmanda ayı var! Kan uykusuna mı yattınız? Korkup köşe bucak bir yerlere mi sindiniz? Danaları da dışarıya çıkarmıştım.
     - Ayı mı var dedin Zehra Ebe?
     - He ya! Ayı var!
     - Kör olasıca, edepsiz şey! Köpeksiz köy bulunca değneksiz geziyor.
     Islıklar çalındı. Tasmalı köpekler salındı. Derenin öte yanına bir akındır başladı. Korku bilmez çocuklarla köpekler, harmandaki ayıyı çembere aldılar. Kocaman bir ayı... Yanında iki yavrusu ile birlikte, gelenlere meydan okuyor. Ani karşılaşma, şaşkınlık yaratmış. Köpeklerin en acarları, en gözü pekleri bile oldukları yere mıhlanmış gibi duruyorlar. Koca ayı da, kendisine sokulan yavrularına homurdanıyor. Köpekler birbirlerine bakıyor, geride duran sahiplerinin verecekleri emri bekliyorlar. Bütün gözler harmandaki ayı ve yavrularında.
     Meraklılardan Güdük Osman, gürledi:
     - Kör olasıca! dedi. Nasıl da tafra yapıyor? Çoğumuzda yürek Selânik! Hayvan, bunun farkında. Köpekleri üstüne salsak olmaz. Zavallılardan bazılarını pençeler, sık boğaz eder.
     Zehra Ebe çıkıştı:
     - Doğru dersin Güdük Emmi! Doğru dersin de, çaresiz bekleyelim de, ele geçirdiğimiz koca ayı, danalarıma zarar mı versin?
     - Benim demem o değil.
     - Ya ne demek istersin? Açık söyle!
     - Söylemesi kolay. Lâkin yapması zor.
     - Neymiş o zor olan?
     - Bir tuzak kurmalı. Ama nereye? Birincisi ayı kısmı ha dediğin yere gitmez. İkincisi, ben tuzak kurmayı bilmem. Gençliğimde bir iki kurulu tuzak görmüştüm ama meraklısı da olmadığımdan ilgilenmemiştim.
     Küçük İzzet, bu konuşmadan etkilendi. Kendi kendine düşündü, kurdu. Askerden evine dönen ağabeyi Fatih, ne güne duruyordu? Gitmeli, ona haber etmeliydi. Komando Fatih, mutlaka bu işin üstesinden gelir, zor olan düğümü kolayca çözerdi.
     Durmadı, kıpır sapır etmedi, doğruca eve koştu. Olanı biteni, bütün gördüklerini, tek tek Fatih'e anlattı.
     Beklemediler. Alacaklarını yanlarına alıp yola çıktılar. Derenin kıyısına, Büyük Gedik'in başına gittiler. Fatih'e kalırsa, işler umdukları gibi akkın giderse, ayı belasından kolayca kurtulmak mümkündü. Fakat ya bir terslik olursa?..
     - Olursa? Sebepsiz yere canlar yanar be İzzet!
     - Ne olursa ağabey? Delirdin mi sen? Kendi kendine söyleniyorsun!
     - Delirdiğim falan yok. Daha yaşın küçük. Bu yüzden yakınımızda dolaşan tehlikeyi göremiyorsun. Hoş, sana göre tehlike mehlike yok. Harmanda bir ayı ve iki yavrusu var. Etraflarında da ebelerle bebeler, amcalarla dayılar halka olmuşlar. Önlerinde azgın köpekleri, verecekleri emirleri almak için hazır bekliyorlar.
     - Beklesinler! Bize ne?
     - Peki oğlanım, niye koştun, onca yolu aşıp geldin de beni çağırdın?
     - Tuzak kurasın diye.
     - Niçin?
     - Ayıdan kurtulmak için.
     - Ya hesaplarımız tutmazsa?
     - Tutar, tutar!
     - Öyleyse bu kadar şamata yeter! Haydi, elimizi çabuk tutalım. İri cevizin dalına tırmanabilir misin?
     - Elbette!
     - Daha duruyorsun, fırla! Şu ipin ucunu, doruktaki eğik dala sıkıca bağla. Gözün kesmiyorsa, bırak ben çıkayım.
     Sözün sonu bitmeden Küçük İzzet iri cevize çıkmış, doruktaki eğik dala erişmişti bile. Ağacın üstünde Fatih'in dediklerini bir bir uyguladı, ipin ucunu sıkıca bağladı. Durmadı, bir gelincik çabukluğuyla daldan dala geçerek yere indi. İpin diğer ucu da bir başka ağacın kalın gövdesine kolayca boşalacak şekilde dolandı. İş bitmiş, tuzak demirleri gerilmiş, Büyük Gedik'in ağzı da tutulmuştu.
     Fatih'le İzzet harmana, ayı ve yavrularının olduğu yere doğru koştular. Harmandaki meraklıların sayısı da çoğalmıştı. Fakat bu kalabalık tutulacak yolun kestirmeden bulunmasına yetmiyordu. Her kafadan bir ses çıkıyor, dakika dakika alınan kararlar birbirini tutmuyordu. "Şöyle olsunlar", "yok böyle olsunlar"la karşılanıyor, tutulacak yolun ucu bir türlü aydınlığa çıkmıyordu.
     Acar köpeklerden bazılarının burunları yerde. Sanki uzaklardan, daha ötelerden sökün edecek bir tehlikenin kokusunu alıyorlar. İçlerinde hınçla bastıkları toprağı pençeleyip yırtanları var. Yavru ayılar analarının eteklerine sımsıkı yapışmışlar. Koca ayı iki arada bir derede kalmış. Besbelli eteğini tutanlar olmasa, şu koca meydanı, etrafında halka olanlara dar edecek. Fakat o da analık duygusuyla hareket ediyor, çaresiz yavrularına kanat geriyor.
     Fırsatı ganimet bilen Zehra Ebe, başıboş danalarını topladı, dama koydu. Damın kapısını kilitlemekle yetinmedi, eline geçirdiği telle sıkıca bağladı. Olacakları daha iyi görebilmek için evinin ön sergisine çıktı, kanepesine kuruldu.
     - Şükürler olsun! dedi kendi kendine. Danaları bugün ayıya kaptırmadık. Komşular olmasa kadın başıma ne ederdim ben? Herife neyi, nasıl anlatırdım? Güzel Allah'ıma şükürler olsun!
     Şahine durmak olur mu? Gökyüzünden süzüldü geldi. Kümesin önünde gezinen piliçlerin anasını kaptı gitti.
     Feryat figân.
     - Tutun! Yakalayın!
     - Bu edepsiz şahin de nereden çıktı?
     Harmanda ilk cümleyi kendilerine verilmiş emir sanan köpekler, ok gibi ileri atıldılar. Hepsi sağanak sağanak koca ayıya doğru koştular. Koca ayı sadece etrafında dört dönüyor, akının en zayıf olduğu noktadaki köpekleri bekliyordu. Köpeklerden en küçükleri olan Pamuk, gözü dönmüş bir şekilde ileri çıktı, koca ayıya saldırdı. Koca ayı, yavrularını arkasına aldı, dikeldi. Kendisine top gibi gelen Pamuk'u tokatladı. Bu hareket, bütün köpekleri bulundukları noktalarda mıhladı. Havlamalar, ulumalar...
     Ötede Acıarmut Tepesi'nde fındık kadar beyaz bir bulut belirdi. Fındık kadar beyaz bulut hareketlendi, çözüldü. El kadar oldu. Açıldıkça büyüdü, karardı. Mavi gök yüzü grileşti. Rüzgâr, dal uçlarıyla oynamaya başladı. Ormanda milyonlarca yaprak birbirine karıştı. Birkaç avare kuş havada döndüler. Uçsuz bucaksız orman uğulduyor.
     Harmanda sesler yeniden yükseldi:
     - Pamuk yaralanmış! Hayvanın boynu kanıyor!
     - Ulan, ayıdaki cesarete bak! Onca insan, bunca köpek koca herife vız geliyor. Köpeği amma tokatladı ha!
     - Bütün köpekleri bırakalım. Yeniden yüklenelim.
     - Çemberi daraltsak olmaz mı?
     - Daraltmak olmaz! Bu, darda kalan hayvanı bunaltır. Kuduran hayvan, birkaçımıza zarar verir.
     - Fatih! Sen misin oğlanım? Ne zaman geldin?
     - Dün geldim.
     - Geçmiş olsun! Teskereye mi geldin?
     - Öyle!
     Öteden Deli Çavuş parladı:
     - Geçmiş olsun, oğlanım!
     - Sağ ol!
     - Sağ olalım da, baksana koca ayının ocağına düştük. Çaresizlik belimizi büküyor. Üstelik, Güdük Osman da tuzak kurmayı bilmiyor.
     - Tuzak işi tamam!
     - Tamam mı? Duydunuz mu komşular? Tuzak işi tamammış. Aha şu gördüğünüz Fatih oğlan var ya, tuzak kurmuş.
     - Tuzak nerede?
     - Büyük Gedik'in ağzında.
     Rıza Bey sordu:
     - Acar bir tuzak mı oğlanım?
     Koca ayı hareketlendi. İki yavrusu peşinde, ilkin çapı küçük bir daire çizdiler, giderek dolaştıkları çemberi büyüttüler. Köpeklerin akınları sonuç vermiyor. Herkes merak içinde. Önceleri köpeklerle birlikte atağa kalkan çocuklar, nedense bu defa hız kestiler. Harmanda herkese meydan okuyan koca ayı ve yavruları, kımıldayan, yer değiştiren her davranışa karşı dikkat kesilmiştiler.
     Hava, aniden karardı. Dağları doruklarından aşağılara doğru sisler inmeye başladı. Dal uçlarında tutunan yapraklardaki sayısız ve doyumsuz yeşil, daha göz alıcı bir şekilde ortaya çıktı.
     Eski muhtar, harmandakileri uyardı;
     - Acıarmut Tepesi kararınca durmak olmaz, dedi. Atalardan işitmişliğimiz ve de sınamışlığımız var. Daha ne duruyorsunuz? Görmüyor musunuz? Çok kuvvetli bir yağmur gelecek.
     Birdenbire gökyüzünün bütün çeşmeleri açılıverdi. Bardaktan boşanır gibi bir yağmur bastırdı. Kalabalık panikte. Köpekler hangi hedefe yöneleceklerinin şaşkınlığını yaşıyorlar. Bazıları bütün güçleriyle havlayıp son bir gayretle ayı ve yavrularına doğru saldırıya geçerken, bazıları da yağmurdan kaçan sahiplerinin önüne geçtiler. Yağmur damlaları sanki yerden toprak koparıyor. Rüzgâr, tufan! Ağaç dalları birbirine karıştı. Zayıf yapraklar havada uçuşuyor. Çatı olukları boşaldı. Koca ayı ve yavruları bile yağmura direnemediler. Peşlerine düşen köpekler de geri döndüler. Sisler, harman yerini içindekilerle birlikte yalayıp yuttu. Göz gözü görmez oldu.
     Koca ayı, yavruları peşinde derenin kenarını tuttu. Dere yatağında sular bulandı. Az sonra sular kabaracak, belki de içinde sele kapılan kütükler oynaşacaktı. Harmanda bir iki köpek, tek düze avare avare havlıyor. Evlerde akan tavan altlarına kap kaçak konuyor. Yağmur, felâket! Damlalar kurşun gibi. Sis kâh açılıyor, kâh kapanıyor. Bir bakıyorsunuz harmanda toprak seçilirken, dere kenarındaki ağaçların bir tekini bile göremiyorsunuz. Bastıran sis, deniz dalgası gibi yayılıyor, alçalıyor, yer yer açılıyor, zaman zaman da önünde ne bulduysa yutuyor, yükseliyor, Merdmenbaşı Tepesi'nden Acıarmut Tepesi'ne doğru keyfince geziniyor.
     Koca ayı ve iki yavrusu, duman duman. İri vücutlarını kaplayan tüyleri ıpıslak, yapış yapış. Koca ayı arada bir durup bekliyor, harmana doğru bakıyor. Yağmur, olanca şiddetiyle devam ediyor. Güneşi görmek, nokta kadar ışığını yakalamak ne mümkün? Islak vücutlar üşüyor. Rüzgâr ıslak tene değdikçe yakıyor. Yavru ayılar homur homur. Koca ayı tedirgin. Ayak bağları olmasa, çoktan derenin öte yakasına geçecek, hür dağların yolunu tutacaktı. Ancak analık duygusu, hür dağlara giden bütün yol başlarını kapatıyor.                    
     Yağmur, felâket! Yağdıkça bastırıyor. Sanki gökler yarılmış. Dere yatağında sular kabarıyor. Beride zayıf bile olsalar ses çıkaran yüzlerce düşman var. Derenin öte yakasında hürriyet, uçsuz bucaksız dağlara doğru kucağını açmış, bekliyor.
     Ayı ve iki yavrusu, Büyük Gedik'in orada durdular. Gittikçe yükselen suları bir geçebilirlerse, iki adım ötesi hürriyet! Koca ayı durmadı, iki yavrusunu, iki omzuna oturtup, suya girdi. Yosunlanmış bir taşa basınca ayağı kaydı, sendeledi. Düşe kalka, bata çıka derenin karşı kıyısına yaklaştı. Yavru ayılar zıplayıp karşıya geçtiler. Fakat ne olduysa, bu sırada oldu. Tuzak çalıştı, boşandı. Koca ayı tuzakta!
     Feryat, figân!
     Acı iniltiler, homurtular ufku tuttu. Sanki Büyük Gedik'in ağzında kıyamet kopuyor! Yavrular çaresiz. Bağırıp çağırmalar, inleyip homurdanmalar! Yağmur da bastırdıkça bastırıyor. Sis dolaştıkça dolaşıyor. Sular gittikçe yükseliyor, azgınlaşıyor. Koca ayı var gücünü toplayıp son bir gayretle çırpındı.
     Tuzaktan kurtulmak ne mümkün?
     Binlerce köpek, Büyük Gedik'e hücum ediyor. Binlerce düşman göz, tuzaktaki koca ayıda odaklanıyor. Çaresiz yavrular, uçsuz bucaksız dağların yolunu tuttular.
     Uçsuz bucaksız hür dağların yolunda, bağırış çağırış gidiyorlar.
     Yüreklerinde ölümün soğuk yüzü yanıyor, yanıyor. Dağılır gibi olan, açılıp kapanan, yükselip alçalan sis, hemen her şeyi yeniden yutuyor.
     Yeniden yutuyor!

     14 Ağustos 1997, Cide

     Oyhan Hasan BILDIRKİ

Şimdiye kadar 88139 ziyaretçi (183759 klik) kişi burdaydı!
Öteberi Sandığı  
   
Facebook beğen  
 
 
Resimlerim  
 
 
Zamana İz Düşmek  
 
Myspace Stuff

Calendar Provided By : Edebiyat Defteri

 
Burdan Geriye Dön  
 
Ana sayfaya geri dön =>
Şiirlerimi okumak için tıklayın.
 
Radyo Dinle  
 

Çiçekli Dağlar

Pictures in a Scroll Box
 
Bu tasarım Oyhan Hasan Bıldırki tarafından yeniden düzenlenmiştir. Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol